ÇARIKLA GEÇEN YILLAR: SAĞLIKLI AYAKLARIN, SAĞLIKLI TOPLUMUN HİKÂYESİ
Eskiden, 1950’li yıllara kadar, Anadolu’nun dört bir yanında ayaklarda çarık görürdük. Her köyde, her kasabada, dağda, bayırda, tarlada çalışan insanların ayağında ya keçi derisinden, ya dana derisinden yapılmış bir çarık olurdu. Çarık hem ayağı korur, hem de doğayla dost bir yürüyüş sağlardı. Ayağı terletmezdi, mantar yapmazdı, ayak kendi doğal şeklinde kalırdı. Hele bizim çocukluk zamanımızda, çarık giyen gençler bir başka yakışıklı olurdu. Şalvarın altında, dizlerine kadar çekilmiş yün çorapla bir çarık gördün mü, bilirdin ki bu delikanlı sağlamdır, iş yapar, toprak kokar.
Benim de çarıkla ilgili unutamadığım bir çocukluk hatıram var. Bir kış günü, karlar altında, büyük bir hevesle halamın oğlu Ömer’e çarık yaptırdım. Ömer ustaydı bu işte, deriyi keser, diker, ayağa göre uydururdu. Çarıkları giydiğim an kendimi sanki yerden kopmuş gibi hissettim. O kadar hafifti ki, adeta doğayla bütünleştim. Karda, buzda, soğukta öyle rahat yürüyordum ki, bir daha o rahatlığı başka bir ayakkabıda bulamadım. Sadece bir kere giymiş olsam da, o his hafızama kazındı. Ayağında deri, altında toprak, üstünde gökyüzü… Başka hiçbir şeye ihtiyaç duymuyordun.
Aslında çarık, sadece bizim Anadolu’ya özgü değildi. İnsanlık tarihinde en eski ayakkabı formlarından biriydi. Orta Asya’dan gelen Türkler at sırtında, dağda, ovada yürürken çarık benzeri deri ayakkabılar kullanırlardı. Göktürkler’den Uygurlar’a, oradan Selçuklular’a kadar çarık hep var olmuştu. Anadolu’ya geldiklerinde de bu geleneği devam ettirdiler. Bizim dedelerimizin giydiği çarık, bin yıllık bir kültürün ayağa geçirilmiş haliydi.
Çarık sadece Türkler arasında değil, dünyanın farklı yerlerinde de görülmüştür. Eski Romalılar, Yunanlılar, hatta Balkan halkları da sade deriden yapılmış benzer ayakkabılar giyerdi. Slavlar, Arnavutlar, Sırplar gibi Balkan milletlerinde farklı biçimlerde çarığa benzeyen ayakkabılar vardı. Kafkas halklarında da çarık türevleri kullanılırdı. Ama her yerde çarığın özü aynıydı: Deriden, doğaya uyumlu, nefes alan bir ayakkabı.
Biz Anadolu’da bunu en güzel şekilde yaşatmıştık. Keçinin esnek derisinden, dana derisinin dayanıklılığından, koyunun yumuşaklığından faydalanarak ustalar çarık yapardı. Özellikle dağ köylerinde ve hayvancılıkla uğraşan bölgelerde çarık vazgeçilmezdi.
Ama sonra bir değişim başladı. 1950’li yılların ortalarına doğru, pazarlarda “garantili kara lastik” diye bir ayakkabı çıktı. Taşova Pazarı’nda Osman diye bir pazarcı vardı, iyi hatırlıyorum. O kara lastikleri satardı. İki kişiye lastiği gerdirir, çekiştirir, “bakın yırtılmıyor, kopmuyor” diye herkese gösterirdi. İnsanlar da haliyle dayanıklı diye almaya başladı. O zamanlar DDT diye bir ilaç da piyasaya sürüldü. Böcekleri kırar diye överlerdi. DDT doğanın dengesini nasıl bozduysa, lastik ayakkabılar da insanın ayak sağlığını öyle bozdu.
Çarıkta ayaklar sağlıklıydı, terlemezdi. Ayakta mantar, koku, nasır nadir görülürdü. Ama lastik ayakkabılar gelince ayaklar havasız kaldı. Terledi, koku yaptı, mantar hastalıkları arttı. Ayağın doğayla bağı kesildi. Biz sağlıklı bir toplumu kendi elimizle hasta ettik. Ardından “cizlevet” denilen daha kaba, daha sert lastikler çıktı. Ayağa ne rahatlık verirdi ne sağlık.
O eski günleri hatırladıkça içim burkulur. Çarık, hem doğal malzemeden yapılırdı hem de ustalık isterdi. Herkes çarık yapamazdı. Usta eller deri seçer, inceltir, diker, ayağa göre bağlarlardı. Şimdi Anadolu’nun bazı köylerinde hâlâ çift sürerken, tarlada ağır işlerde, Karadeniz’in dağlarında çarık giyen birkaç kişi görmek mümkün. Onlar da bilir ki, toprakla dost olmak istiyorsan, ayağının da doğayla barışık olması lazım.
Gençler bilsin isterim: Çarık sadece bir ayakkabı değil, bir kültürdür. Sağlıklı bir bedenin, sağlam bir toplumun sessiz ama güçlü simgesiydi. Ayağında çarık olan bir genç, ayağını yere sağlam basardı. Şimdi naylona, plastiğe, yapay şeylere esir olmuş ayaklar gibi değil. Her zaman moderni savunmamalı insan; bazen geçmişin sağlamlığını, doğallığını da hatırlamak gerek.
Bugün betona, plastiğe, yapaylığa teslim olmuş dünyamızda, çarık gibi doğayla dost bir ayakkabıyı ve onun temsil ettiği hayatı hatırlamak çok kıymetli. Çünkü ayağını toprakla buluşturan insan, ruhunu da doğaya yaklaştırır. Çarıkla yürüdüğümüz yollarda sadece ayaklarımız değil, gönlümüz de rahat ederdi. Toprağın kokusunu, suyun serinliğini, rüzgârın özgürlüğünü ayaklarımızdan hissederdik.
Unutmayalım, toprakla bağını kaybeden insan, bir gün kendi özünü de kaybeder.
İsmail Erdal
Nisan 2025