Her yıl 8 Mart’ta Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutluyoruz ama gerçekten anlıyor muyuz? Bu gün, 1857’de New York’ta daha iyi çalışma koşulları isteyen kadın işçilerin grevi sırasında fabrikaya kilitlenerek çıkan yangında yanarak can veren 129 kadının anısına doğdu. Kadınların insan yerine konmadığı, ezildiği, sömürüldüğü bir dünyada hak arayışlarının en ağır bedelle ödendiği bir tarih 8 Mart. Ancak o gün yakılan ateş, kadınların mücadelesinde sönmedi; aksine büyüdü, büyüyor. Peki biz, özellikle Türkiye’de, bu ateşi yaşatıyor muyuz, yoksa üstüne kül mü serpiyoruz?
Türkiye’de kadın mücadelesi uzun ve zorlu bir yol. Osmanlı’da kadın yok sayılırken, Cumhuriyet ile birlikte kadınlar birey olarak tanındı, eşit haklar elde etti. Ama bu haklara gerçekten sahip çıkıldı mı? Kadınlar seçme ve seçilme hakkını aldı ama siyasette ne kadar yer bulabildi? Okuma hakkı kazandı ama ne kadar kız çocuğu okutuldu? Çalışma hayatına katılabildi ama eşit ücret alabildi mi? Kadın mücadelesi, hep engellerle karşılaştı. Bugün hâlâ birçok kadın haklarını bilmiyor. Hele ki köyde, tarlada çalışan kadın… Tüm yük onun sırtında ama hakkı nedir bilmez, bilse bile almaz. Kadınlarımızın çoğu insan olduğunu bilmiyor. Evet, insan. Çünkü erkeklerin toplumda baş tacı edildiği, kadının ise “koca evi”ne ait olduğu bir kültürde, kadın kendini birey olarak göremiyor, görmek isteyenler de ya baskı altına alınıyor ya da canından oluyor.
Ben Türkiye İşçi Partisi’nde yıllarca mücadele verdim, demokrasi için birlik grubunda yer aldım. Emek, özgürlük ve eşitlik uğruna yürüdüğümüz bu yolda, toplumun zihnine kazınmış kalıpları da sorgulamak zorundaydık. Anam derdi ki bana, “Bir kadının peşine düştünüz, gidiyorsunuz. Kadın, bu işi götürür mü?” O, TİP Genel Başkanı Behice Boran’ı tanımıyordu. Oysa Behice Boran, hayatı boyunca mücadele etmiş, baskılara direnmiş, insanlık için, emekçiler için umut olmuş bir liderdi. Çark ve başak için yaşamını adadı, direndi, asla yılmadı. Ben de ilk göz ağrım kızıma, emeğin sembolü olan “Başak” adını koydum. Anama, “Anam, sen de kadınsın” derdim ama o, bunu bilmezdi. Çünkü toplum, kadına kendi varlığını bile unutturmuştu. Oysa kadın, sadece evin değil, yaşamın da taşıyıcısıydı. Onun emek verdiği her yerde, umut yeşerirdi.
Atatürk, kadın haklarını en başından beri savundu. Kadının toplumda yükselmesi, çağdaşlaşmanın temel taşıydı. Türk kadını, Cumhuriyet ile birlikte medeni hukuk kazandı, seçme ve seçilme hakkını dünyadaki birçok ülkeden önce elde etti, eğitim ve çalışma hayatında daha fazla yer aldı. Ancak ne oldu? Kadınlar bu haklarına ne kadar sahip çıktı? Sahip çıkamayanların önü nasıl kesildi? Bugün Atatürk’ün kadınlar için açtığı yollar bir bir kapanıyor. Kadın üniversiteleri adı altında kadını yine eve kapatmak isteyen bir zihniyet gelişiyor. Laik ve çağdaş eğitimin yerine dini eğitim dayatılıyor, kadın yine dört duvar arasına hapsedilmeye çalışılıyor.
İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddeti önlemek için bir kalkan niteliğindeydi. Ama bir gece yarısı kararnameyle kaldırıldı. Neymiş? “Aile yapısını bozuyormuş.” Oysa tam tersine, kadını koruyordu, şiddetin önüne geçmeye çalışıyordu. Şimdi kadınlar daha savunmasız, mahkemeler iyi hal indirimi veriyor, failler cezasız kalıyor. Türkiye’de kadın kıyımları hız kesmeden devam ediyor. Her gün bir kadın öldürülüyor. Kimi boşanmak istediği için, kimi sadece “hayır” dediği için. Öldüren erkekler ceza dahi almıyor, çünkü hukuk bile erkek egemen bir zihniyetle şekilleniyor.
Kurtuluş, sadece kadınların mücadelesiyle olmaz. Erkeklerin de bu adaletsiz düzene karşı çıkması gerekir. Kadın ve erkek el ele vermeden toplum özgürleşemez. Sadece kadınlar eğitimle güçlenirse değil, erkekler de kadın haklarını savunursa değişim olur. Bugün en büyük sorunlardan biri de tarikatların, cemaatlerin pençesine düşen kadınlar. O kapalı dünyalarda kadın, bir erkeğin malı gibi görülüyor. Kendi iradesi yok, düşünme hakkı yok. Kurtuluş nasıl olacak? Eğitimle!
Kadını özgürleştiren, ona birey olduğunu hissettiren tek şey eğitimdir. Eğitimsiz kadın, kaderine boyun eğmeye mecbur bırakılır. Eğitimsiz toplum, itaat eder, sorgulamaz, özgür olamaz. O yüzden laik, bilimsel eğitimin önemi büyüktür. Kadın okursa, kadın bilinçlenirse, kadın haklarını bilirse toplum da değişir. Bu yüzden çocuk yaşta evliliklerin, kız çocuklarının okutulmamasının üzerine gidilmeli. Tarikat yurtlarının, cemaat okullarının yerini çağdaş, laik eğitim kurumları almalı.
Kadınlar ne susacak ne de bu düzene boyun eğecek. Kadın mücadelesi, tüm toplumun mücadelesidir. Erkekler de bu savaşa dahil olmalı. Kurtuluş, kadın ve erkeğin omuz omuza, yan yana verdiği mücadeleyle kazanılacak. Çünkü bir toplum, kadını baskı altına alırsa, yalnızca kadın değil, bütün bir millet kaybeder. 8 Mart, bir kutlama günü değil, bir direniş günüdür. Bu direnişi büyütmek, kadın ve erkek el ele vermek zorundadır.
İsmail Erdal 06 Mart 2025 Muğla