Soyadı olarak "Önder" kelimesini veya ünvanını 1934 yılında almışlar. 1932'de rahmetli babam Hüseyin Önder'in nüfus cüzdanında ise "İmamoğlu" yazmaktadır. O nüfus cüzdanı hali hazırda bende, saklamaktayım. Köyümüzde "Önder" soyadını taşıyan ikinci bir sülale daha mevcuttur. Kocabacakgil. O sülaleden emekli öğretmen Ömer Önder, babası Mustafa Önder'in eski nüfus cüzdanında, soyadı hanesinde "Kocabacak" yazmakta olduğunu bana söylemiştir.
Ordu İli Perşembe İlçesi Çaka Köyü'nden Tokat İli Erbaa İlçesi, Darma Köyü'ne gelip yerleşen "Sarı İmam Salih" bu köyde evlenerek dört erkek çocuğa sahip olur. Köyümüzden "Zübeydegilden Saniye" ile evlendiğini rahmetli annem anlatmıştı. Sarı İmam, Darma'ya imam olur. Evi de şu anda Nezahim Önder'e ait olan, daha önce de Hüseyin Önder'in evinin bulunduğu yere yerleşir.
En son 2008 yılı Temmuz ayı içinde Cengiz Önder Ordu'nun Perşembe ilçesine giderek "İmamoğulları Sülalesi" ile tanışmıştır. Hatta yine Perşembe İlçesi'ne bağlı bir sahil köyü olan Çaka köyünde bu "İmamoğulları" sülalesinin yaygın olduğunu öğrenmiştir.
Sülaleden İstanbul'da hakimlik yapanların da olduğunu rahmetli dayım Yargıtay 5. Hukuk Dairesi Hakimi Hüseyin Namık İmamoğlu bana söylemişti. Kendisi soyadını 1960 yılından önce yeniden "İmamoğlu" olarak değiştirmiştir. Hatta bana da mahkemeye gerek yok, istersen
Nüfus Müdürlüğü'ne gidip değiştirebilirsin; nasıl olsa eski kayıtlarda "İmamoğlu" yazıyor demişti. Dayım Hüseyin Namık İmamoğlu bir zamanlar bu yerleri ziyaret edip sülaleden kimseleri bulduğunu ifade etmişti.
Sarı İmam Salih'in Oğulları:
Büyük oğlu Hacı Efendi namıyla bilinen Naci olup diğer oğulları Davut, Kerim ve Ömer'dir. Ömer'in kızı Sündüz, Halim Koç'un annesidir. Bu Sündüz'ün kız kardeşleri, yani Ömer'in diğer kızları, "Mustafa Yılmaz'ın annesi Emine," (Köprülü) Mehmet Ali Aydoğan'ın annesi Ayşe'dir. Bu kızların erkek kardeşleri Mustafa Kaya olup Kaya vefat edince eşi Şerife'yi (Şerif) kaynı Mustafa nikahına almıştır. Sohbet esnasında bunu duyan Kemal Önder, eskiden "utanma ve haya duygusu yokmuş" diye bir söz attı. Ancak ben bu söze karşı çıktım, "o zamanın düşünce ve uygulama tarzı" diye. Kocası ölen kadının çocukları sahipsiz kalmasın ve özellikle de arazi bölünmesin diye bu yola başvurulduğu görülmektedir.
(Bu husus önemlidir. Kadın evlenerek baba evinden çıktıktan sonra geri dönmesi sorundur.
Bu sorun ise kıldan incedir. Her husus eşkere konuşulmaz. Böylece kadın çocuklarından ayrılmamış olur. Asıl mesele, o devirde kadın, ailenin geçimini sağlayacak maddi ve manevi güce sahip değildir.)
Molla Salih, Kerim'in oğludur. Kaya Çavuş'un eşi Emine'ye Molla Salih'in kızı derlerdi. Molla Salih, babası evine yol yeri vermeyince veya kardeşleri yol yeri vermeyince kendisini Boğalı ormanında astığı vakıadır. O yere hâlâ "Molla Salih'in kendini astığı dere" derler. Boğalı dağında, Boztepe'nin doğusunda Molla Salih'in kendini astığı dere var. Millet hayvan otlatırken, Rüstem Çavuş ağaçta asılı adamı görmüş, fakat suçu kendisine yüklerler diye korktuğundan, kimseye haber vermemiş. Nasıl olsa çocuklar hayvanlarını su içmeye getirince ağaçta asılı adamı görüp haber verirler diye düşünmüş!
(Hatıratın "haber verirler diye düşünmüş" cümlesinden sonraki uzunca kısmını buraya almadım. Belki ileride düzenleyerek paylaşırım. Bu kısımda Darma köyünün insanlarından bahsediyor. Evliliklerinden, kimin kim olduğundan gibi. Sanırım anlattığı kişiler, içlerinde genç kuşaktan insanlar olsa da, genel olarak, 2020 yılı itibariyle, dünya hayatını epeyden ikmal etmiş kişiler olmalıdır. Bazı yaşanmış hadiseleri konu ediyor.)
Başka bir hikaye:
Yornus Köyü'nde bir kişinin çocuğu olmazmış. Eve gelen misafirin kız çocuğu çay bardağını kırınca, adam başlamış oynamaya. Çünkü, "bu çay bardağı benden yaşlıydı, bir çocuğumuz olup da bardak kırmamıştı" diye adam kendi kendine söylenmiş.Yani içindeki çocuk özlemini böylece dışa vurmuş.
Ali Osman Önder, bir gün kayınvalidesinin köyü olan Çerkez köyü (Fındıcak) Biçim'e gider. Kapı firengine açmak için asılınca fireng kırılır. Önce, "ilk defa Fransa'dan geldiği için, kapı koluna fireng adının verildiğini" belirtelim. Yani bu alet Fransa'dan geldiği için, aletin adını bilemeyenler fireng veya kapı firengi olarak adlandırmışlar.
Ali Osman Önder kapı firengini kırınca oradaki bir şahıs, "bunu daha geygeller bile yapamaz hay dayı" demiş. Eskiden, ekmek sacı, sac ayağı, maşa, kapı güllabı, at nalı, nal mıhı (mıh: demir çivi) yapan kişilere "geygel" denirmiş.
(Firek: Sözlüklerde tam ifadesini bulamadım. "Kapı kolu ve menteşe" anlamında bir kelime.
Geygel: Amasya, Tokat ve Samsun civarında "demirci" ustasına verilen sıfat.
Güllap: Kapı sürgüsü veya menteşe.)
Rahmetlik Ali Onder'e rahmet olsun.
Düzenleme:
ES
2025