Kasım ayı başında birkaç güne sığdırdığımız kısa bir tatil aralığında 1970’li yılların başında mahrumiyet ve zorluklarla geçen üniversite yıllarını geçirdiğimiz semtleri ziyaret ettik, mutluluk ve hüznü beraber yaşadık eşim ve çocuklarımla…

         Önce öğrencilik yıllarımda bedeli 2,5 TL olan az pilav az nohut ya da az kuru az pilav sepetten bol ekmekle doymak durumunda kaldığımız günleri yaşadığımız tarihi Kanaat lokantasına gittik. O yıllarda küçük ebatta öğrenci ve bir esnaf lokantası olan lokanta şimdi İstanbul’un Osmanlı yemeklerini ve tatlılarını tercih edenlerin uğradığı büyük bir mekâna sahip seçkin bir lokantası olmuş. Kırk yıl öncesi aynı evde kalan dört hemşeri Amasyalı üniversiteli olarak her gün İcadiye mahallesinden Üsküdar’a inerek yemeğini yediğimiz bu tarihi lokantanın o zamanki iri görünümlü sahipleri iki kardeşin vefat ettiğini öğrendik.

         Sonra deniz kenarında üstüne nadiren kuş konması sebebiyle halk arasında “Kuşkonmaz Camii” adıyla maruf olan Mimar Sinan’ın eseri Şemsi Paşa Camii ve kütüphanesinin Harem’e uzanan rıhtımını adımlayarak Kasım ayının biraz soğuk ama güneşli bir gününde boğazın gelinliği kız kulesini seyrederek çaylarımızı yudumladık.

         Mihrimah Sultan Camii önünden iskeleye bakarak gelip geçenlerin dünya ve vapur telaşlarını ve de güneşin Topkapı siluetinden batışını izledik.

         Üsküdar’dan Beşiktaş’a geçerken martılar hala vapura refakat etmeye devam ediyorlardı. Sisler içinde fark edilen Boğaz Köprüsünün üzerinde gördüğümüz dolunay boğazın sularında yakamozlar oluşturmuştu.

         Ve Beşiktaş… Köy içi… Balıkçılar… Talebeliğimin Beşiktaş’ından eser kalmamış. Koşuşturan insanlar,  insan kalabalığı ve sayısız kafeler… Kısaca gördüğüm İstanbul “yattığı yerde homurdanan bir dev gibi” insanlar, arabalar, devasa binalar ve bunaltan bir trafik…

         Biz kırk yıl öncesi yaşadığımız İstanbul’u hatırlayıp bugünle kıyas ederek endişe duyduk. 1874’te otuz yaşlarında imparatorluk başkentini ziyaret eden İtalyan yazar Edmondo de Amicis de masal kenti İstanbul’un değişeceği, tarihi görünümünü yitireceği endişesini taşır. İtalyan yazar yaptığı gezide izlenim ve gözlemlerini anlatır. Örneğin kuşları anlatmıştır.

         “ Türkler için bu kuşların her birinin güzel bir manası veya hayırlı bir tesiri vardır. Kumrular sevdaları korur, kırlangıçlar yuva yaptıkları evleri yangından muhafaza eder, leylekler her kış Mekke’ye hacca gider, deniz kırlangıçları müminlerin ruhunu cennete götürür.”

         İtalyan yazarın bir başka tespiti de iç burkucudur;

         “ Yalılar, köşkler, saraylar birbiri arkasına yükselir, en yakındakilerden en uzaktakilere kadar bütün evlerin arasında her şey yeşildir, her tarafta aralarında beyaz çeşmelerin ortaya çıktığı ve ıssız türbelerle camilerin kubbelerinin pırıl pırıl parladığı meşe, çınar, kavak, çam, incir tepeleri yükselir.”

         Bugün bu muhteşem görünüm yerini kel tepelere, ağaç kıyımlarına bırakmış, bahçeler, bostanlar, çayırlıklar kaybolmuş, köşklerin, yalıların, evlerin zarif mimarisi kültürsüz müteahhitlerin vandalizmine kurban edilmiş güzelim İstanbul silueti dev gökdelenlerle çirkinleştirilmiştir.

         Keşke İstanbul ve şehircilik üzerine kafa yoranlar yetkililer, karar verme makamında olanlar İtalyan yazarın 1874’te anlattığı Boğaziçi ile bugün kini kıyaslasalar ve dünyanın incisi İstanbul’un günümüz görünümüne getirilmesini tahlil edip esef etseler hiç olmazsa bundan sonrası için tedbirler alınsa…

         İtalyan yazar İstanbul’dan ayrılırken sayfalarını Boğaziçi’ne tekrar açar ve bizler için çok düşündürücü olan şu hazin yakarışı yapar:

         “ Elveda İstanbul! Aziz ve büyük şehir, çocukluğumun rüyası, gençliğimin emeli, hayatımın unutulmaz hatırası! Elveda, Şark’ın güzel ve ölümsüz kraliçesi! Zaman bahtını, güzelliğini bozmadan değiştirsin ve çocukların seni bir gün benim seni gördüğüm ve terk ettiğim aynı delikanlı heyecanının sarhoşluğu içinde görebilsinler.”

         Değerli hikâyeci Mustafa Kutlu’nun Şehir Mektuplarında okumuştum. Son yıllarda İstanbul ile ilgili yayınlar oldukça arttı, acaba bunun sebebi nedir diye kendisine sorduklarında “İstanbul elden çıkınca, kitaplara girmeye başladı” cevabı İtalyan yazarın korkusuna benzer bir düşünceyi yansıtır.

         Bu taşı toprağı altın şehir, her şey satılık fetvasınca ihaleye çıkarılmış sanki… Validebağ’da koruya sahip çıkmak isteyenler İstanbul’un yarınını görenler ve yarınından endişe duyanlardır. İstanbul’u elden çıkarmak isteyenler ise baktıkları her yeşil alanda AVM, rezidans, havuzlu villa ve saray görenlerdir.

         Siluetle medeniyet arasında kopmaz bir bağ vardır. Şehirlerin silueti onun hangi medeniyet ve estetiğe mensup olduğunu ortaya koyar. Bu gökdelenler İstanbul’un kubbe ve minarelerinden oluşan siluetine “güç bende” mi demek isterler.

         Refik Halit Karay keser sesi, çimento kokusuyla Boğaziçi’nin perilerini kaçırdığımızı söylerken doğruyu söylemiş. Bugün perilerin yerine koruları, ormanları, yeşil alanları, zeytin ağaçlarını kesen şeytanlar ortalığı istila etti…


11.2014