Bir zamanlar sokaklar çocuk sesleriyle çınlardı. Elektronik aletlerin henüz hayatımıza girmediği, tozlu sokakların en büyük eğlence alanı olduğu dönemlerde, çocuklar kendi oyunlarını kendileri yaratırdı. Bu oyunlardan biri de, şimdilerde pek az çocuğun bildiği, ama bir dönemin en sevilen oyunlarından olan Beştaş idi.

Beştaş, adından da anlaşılacağı üzere beş küçük taşla oynanırdı. Taşlar özenle seçilirdi; ne çok iri olmalıydı, ne de çok hafif. Genellikle düzgün ve avuca sığan yuvarlak taşlar tercih edilirdi. Oyunun oynanacağı alan genellikle düz bir zemin olurdu: bir evin avlusu, bir kaldırım taşı ya da köy okulunun bahçesi...

Oyun, dikkat, hız ve el-göz koordinasyonu gerektirirdi. Taşlardan biri havaya atılırken, diğer taşların hızlıca toplanması ve ardından havadaki taşın düşmeden yakalanması gerekiyordu. Her aşama, biraz daha zorlaşır; heyecan ve rekabet artardı.

Bugünün çocukları için basit gibi görünen bu oyun, o yıllarda bir beceri ve prestij göstergesiydi. Özellikle kız çocukları arasında çokça oynanır, bazen mahallenin "Beştaş Şampiyonu" bile seçilirdi. Taşlar ceplerde taşınır, oyun her yerde ve her zaman oynanabilirdi.

Zamanla unutulmaya yüz tutsa da, Beştaş oyunu; dayanışmayı, sabrı ve en önemlisi paylaşmayı öğreten geleneksel oyunlarımızdan sadece biri. Bugün hâlâ köylerde, bazı okullarda ya da nostalji etkinliklerinde karşımıza çıkıyor. Ve her defasında, bir neslin çocukluğuna açılan sıcacık bir kapı oluyor...

Unutulmaya yüz tutan bu oyunları hatırlamak ve hatırlatmak, geçmişle olan bağlarımızı da güçlendiriyor. Kim bilir, belki bir gün bir çocuk, eline beş küçük taş alır ve sokakta "Birinci, ikinci, üçüncü..." diyerek kendi çocukluk hikâyesini başlatır.