Taşova Net | Taşova Gazetesi - Son Dakika - Taşova Haberleri -
HV
16 NİSAN Salı 11:42

YAŞAM - GEÇİM

Enver Seyhan
Enver Seyhan
Giriş Tarihi : 09-08-2022 18:03

YAŞAM - GEÇİM

(Oba Köyü ve Nahiyede Son iki Yüz Sene İçinde Bilinen - Gelişen Geçim Yolları)

Bilim çevrelerince, İbn Haldun dünyanın ilk toplum bilimcisi olarak tanınır. Sümerler ise dünyada birçok şeyi ilk defa üreten millet olarak bilinir.

İbn Haldun Tunuslu, Endülüslü bir bilgindir. Sümerler bugünkü El Cezire denen bölgede, yani Fırat ve Dicle ırmaklarının suladığı Irak devletinin bulunduğu bölgede yaşadılar.

İbn Haldun insanın ilk geçim kaynaklarından birini çobanlık olarak ifade ediyor.

Sümerler için de ekim - dikim işini ilk defa icat ettiler deniyor.

İnsanoğlunun hayata tutunmak ve geçinmek mecburiyetinden kendini soyutlaması düşünülemez. Barınmak, yemek içmek, üremek, üretmek zorundadır; aksi takdirde hayat ile bütün bağları bıçak gibi kesilir.

Bugün olduğu gibi dün de insanoğlu çalışıp çabaladıkça, ürettikçe daha yüksek kalitede  hayat süreceğini, edindiği tecrübeler sonucu bildi. İnsan, üretmekten vazgeçemezdi; durduğu an hayat dururdu. Toplum tümden yeniliklere açık olmasa da bazı ileri akıllılar topluma yenilikler sundukça zor şer de olsa toplum onlara ayak uydurmak zorunda kaldı.

Doğrusu yeniliklerin, karşı koyduğu icatların hayata anlam kattığını fehmetti.

1970'den itibaren 1990 yılına kadar dünyanın bazı bölgeleri için ekonomik, sosyal, teknolojik anlamda evrilme çevrilme yıllarıydı. Bu gibi yerler birdenbire kendilerini başka bir yaşam biçiminin içinde buldular. Geleneklere ve adetlere rağmen daha evvel hiç bilmedikleri görmedikleri, bilakis kimilerince abuk sabuk hatta ehemmiyetsiz sayılan şeyler hayatın içine izin alma gereği dahi duymadan giriverdi.

Batı dışındaki bütün geri kalmış ülkelerde ya da meşhur bir namla "gelişmekte olan ülkelerde" fertler, kara lastikle yattı potinle uyandı...

Oba Köyü mevcut yerine kurulup yerleştikten sonra uzun bir süre alışkın olduğu işi çobanlığı seçti kendine geçim yolu olarak. Pelit -meşe ağaçlarının dallarını kesip yığdığı yaprağı -yığmayı kış yeygüsü / yeygisi olarak hazır etti davarına. Davar için uzun bir süre pelit ağacı yaprağından ve kozağından -kozalağından  yeygü / yeygi olarak yararlandı. Köyün kurulduğu devirde Pelit ağaçları sıcakta gölgelik soğukta ağıl vazifesi görüyordu.

(Oba köyünde "Yığmalık" adında bir mevkii bulunuyor. Pelit ağacına yığılan yığmayı 50 yıl evvel bizatihi gördüm.)

Yerleşimde karar kılan kabileler, köyün dışındaki ağaçlık alanlarda kesim yaparak, kök sökerek tarla açtılar. Buğdayı arpayı ekmeye başladılar; her hane bir çift öküzle sahip olduğu kadar araziyi ekiyordu.  Bu esnada mevcut köylerle alışverişe geçildi. Dahası kız alıp verilmeye başlandı. Köyler arasında akrabalık oluştu böylece...

Her tarlada gölge olsun diye veya başka amaçla bırakılan ağaçlardan henüz hayatta olanlar mevcut. Bu ağaçların dibinde özellikle Orak ayında aileler ve işçiler gölgelendi ama bir kişi de dönüp ehl-i vukuftan imamdan muhtardan geçmişe dair birkaç sual eylemedi. Köyün, tarlaların ve ağaçların mazisi hakkında hiç mi hiç meraklanmadı. Biri de çıkıp bu gibi mevzuları üstüne vazife bilip anlatmadı. Bahsettiğim bu ağaçlar bugün İki yüz ile İki yüz elli yaş aralığında.

Bazı emareler, köydeki çoğu sülalenin bir şekilde daha önceden birbirleri ile uzaktan, yakından bağlarının olduğuna işaret ediyor. Bu kan bağı olabileceği gibi can bağı, yaylak veya kışlak bağı, göç bağı, yolculuk bağı, tehlikelere karşı savunma bağı, beylik veya ağalık bağı gibi bağlar, bağlantılar şeklinde ifade edilebilir...

On dokuzuncu yüzyıl başında bölgeye yapılan yerleşimlerde bilinen -bilinmeyen bir takım etkenler nedeniyle mesela üç kardeşin üç ayrı köyde iskan edilmesinde, önceki dönemleri kapsayan akrabalık, boy ve soy bağını araştırmaya kalkınca külfet artıyor. Bu hususu arayıp taradıkça üstüne eğildikçe gördüm ki hayli zahmetli bir konu. Bugünden düne doğru bakınca bu bağların çoktan kopmuş olduğu görülüyor. (Mesela Haymana civarından gelen bir boyun Oba'da, Mercimek'te ve Boraboy'da iskan olduğunu biliyorum.)

Köyün kurulma aşamasında yani ilk senelerde  önemli ve vazgeçilmez geçim kaynağı olarak baştada belirttiğim gibi Davarcılık ve Yaylacılık -Çobanlık kendini gösteriyor. Zaten köyün kurucu sülalesi bu işle maişetini temin ediyor. Kimi boyların büyükleri Omaloğlu'na çoban duruyor. Bütün yerleşim birimlerinde büyükbaş ve küçükbaş hayvandan başka katır, merkep, at, kısrak, köpek, tavuk türünden hayvanlar hanelerin olmazsa olmazı durumunda.

(Sonusa kazası dahilinde yaşam ve geçim koşulları tahtında tarımdan başka değişik bir maişet düzeninden söz edilemez. Çok az da olsa sanat -zanaat erbabından bahsetmek mümkün görünüyor. O da demirci, berber, dülger, bakırcı, tecim, tacir ve çerçi gibi.)

Yazımın başında İbn Haldun'a atfettiğim  meslek türü -zanaat dalı çobanlık, Türk kültür coğrafyasında vardığı her yere otağ kuruyor.

İkinci bir görev -meslek de at binip kılıç kuşanmak, avcılık ve tehlikelere karşı canı ve malı korumak.

Peşlerinden ekip biçmek giriyor sıraya...

Arpa, buğday ve diğer muhtelif tahıl tohumları Ekim ayında araziye -ziraat alanlarına ekiliyor. Yoğun orman alanlarının bulunduğu bölgelerde ekime elverişli sahalarda ihtiyaca binaen tarla açıldığı da oluyor.  Üstünden kış geçtikten sonra baharla birlikte yeşeren, Kiraz ayında olgunlaşan ekin Orak -Temmuz ayında biçilerek  Harman -Ağustos ayında harmana dökülüyor. Harmana dökülüp saçılan, yayılan -calaz haline getirilen ekin -sap dövene koşulan bir çift at, eşek veya öküzle döne döne dövülerek ve ezilerek saman yığınına dönüştürülüyor. Ardından çeç -tınaz edilerek dene -tane samandan ayrılıyor. Tarım toplumunda bir şahsın ömrü boyunca bu nevi faaliyetlerle uğraşı devam edip gidiyor. Bugün tarımsal faaliyetlerin motorlu vasıtalarla yapıldığı herkesin malumudur. Ülkemizde son yüzyıl içinde Batı normlarında akla gelmeyen yığınla gelişmeler yaşandı. Halen de bu uyum ve bütünleşme süreci gereklilik arz ediyor.

Yazımın bir yerinde çevredeki ormanlık alanlardan ihtiyaca binaen kesim yapılarak bölmeler -evlekler açılıyor demiştim. Türklerde orman yani koru çok mühimdir ve yerleşim yerlerine yakın alanlarda belirli bir bölge orman sahası olarak ayrılıp korunur. Koruma altına alınan ağaçlık alanların adına "koru" demişler. Bu yöntem Türkler için geçmişi bin yıllara varan bir adettir. (Jean -Paul Roux)

Ayrıca değindiğim gibi binit alet edevatı ve sürüm-koşum techizatı temin ve tedariki mevzuunda sanat, zanaat ve ticaret işleriyle iştigal edenler bulunur. Helbette göçün sona erdiği yerleşik halk içinde veya göç yoluna düştükleri diyarlardan beri kabileler içinde bu gibi işlere temayül edenlerin varlığından söz etmek yerinde olur. Çünkü Türkler demirle de bakırla da duvarcılıkla da dokumacılıkla da çok erken devirlerde tanıştılar. Silah kılıç ok mızrak çadır eğer at kadar, avrat kadar onlar için önemlidir.

 

Demek oluyor ki Oba köyü yerleşim sağladıktan bir müddet sonra -ki bunu biliyorum, sahibinden dinledim; ekim alanları oluşturarak tahıl ekim ve hasadına başlıyor. Her ne kadar yerleşik köy olan Sepetli'den bir iki kilometre güney tarafta yerleşim yapmış olsa da hukuki veya idari bir bağ varsa o da Sepetli köyünün -mezrası değil mahallesi olduğu şeklindedir. Bunun hikayesi uzundur. Zaten bugün dahi tarlalar ve araziler iç içe geçmiş vaziyettedir. Sepetli köyü ile kavga dahi edilmiş ancak işlerin seyri hususunda birlikte hareket etme adeti terk edilmemiştir. Gelenek ve adetlerde, konuşma ağzında ufak tefek ayrışma söz konusudur. 

Miri arazi sisteminde köylünün araziyi işleyen olarak ne kadar selahiyeti olabilirdi ki? Arazinin yüzde doksan gibi bir kısmı tahıl ekim sahası olarak kullanılıyor. Bakiye kısımda bir miktar bağ ve bahçeden söz etmek olası görülüyor. Hane adına ekilen, dikilen bahçe ürünlerine  mukabil hane sahibinden vergi alınmıyor. Çarşı ve pazarda satışa sunulduğu takdirde ise ürünün adı ve miktarı her ne olursa olsun öşre tabi tutuluyor. Zaten sulama, ilaçlama ve hususi bakım gerektirmeyen tarım ürünlerine yüzde on oranında öşür tahakkuk ediyor.

Meyve ve sebze olarak Oba köyünde ve civarında bazı türler tabii şartlarda yetişiyordu. Bazı türler de insan eliyle, emeğiyle ekiliyor ve dikiliyordu.

Ekilip dikilen Sebze türlerinden bazıları:

Pırasa, Ispanak, soğan, lahana, kabak, hıyar, marul, bezelye, sarımsak, fasulye, pancar, bakla,  maydanoz, bamya, domates, patates, biber, patlıcan ve sair...

Mezkur bu sebzelerden bazılarıyla tanışma faslı uzun zaman aldı ve ancak Amerika'nın keşfiyle mümkün olabildi. Bazıları Hindistan'dan (ve Afrika'dan) İran ve Yemen kanalıyla Anadolu'ya ulaştı. Mesela Türk mutfağının olmazsa olmazlarından olan salça  -pelver 20'nci asır başında ülkemizde iyiden iyiye ekilmeye ve yetiştirilmeye başlayan domatesle beraber

rica minnet teşrif etti. İlk salça üretimi 1860'da Amerika'da ve sonra Japonya'da gerçekleşti.

Yukarıda bahsi geçen bahçe mahsulü konusunda kanunnamelerde "... sebzeden ve meyveden kendi maişetleri için olmayub bazara götürüb satılursa sahib-i arza defterde öşr-i bostan ve meyve hasıl kaydolunan öşr-i sebze ve meyve alınur..." (Akgündüz -1990) şeklinde ibare geçiyor.

Civarda tahıl ekimi yoğun şekilde eskiden bu yana ekildiği gibi yine ekiliyor. Buğday, arpa, çavdar, yulaf, darı, fiğ, burçak, mercimek, börülce ve nohut bölgede ekimi yapılan tahıl ürünleri olarak biliniyor. Bunun yanında bağcılık ve meyvecilik de bölgenin maişet kaynakları arasında olmaya devam ediyor. Bağcılık Oba köyü ve Sonusa -Taşâbad nahiyesi bölgesinde mazisi eskiye dayanan bir geçim kaynağıdır. Kazılarda veya rastlantı sonucu yer altından çıkan  -çıkarılan cendere -sıktaç taşları bağcılık, üzüm, asma, tevek ve şıra hususunda bilgi veriyor. Önemli tarihi eserler Zuday -Alpaslan Müzesi'nde sergileniyor. Oba köyünde de üzüm sıkmada kullanılmış taşlardan birkaç yere konulmuş tarihten esinti olsun diye. Ancak son devirde taş yerine gobul ağaçlardan oyularak sıktaç yapıldığı vakidir. Bir başka üzüm çeşidi de galiba bölgeye has Dimrit -Civek üzümüdür. Oba köyü ve çevrede halk tarafından bilinen, dalından ayaküstü yenilen, yaprağından dolma sarılan bir üzüm çeşidi olarak mazisi çok eskilere dayanıyor.

Oba köyünde kurulduğu aşamada meyve yok denecek kadar azdır. Ahali, dağda kırda bayırda yetişen tabii meyvelerden faydalanır. Zamanla dut başta olmak üzere diğer meyve türleri yavaş yavaş bağlarda bahçelerde yerini almaya başlar ve bağların içine ve dere boylarına, kıyılara meyve fidanları dikilerek aşılanır. Ceviz ağacı bölgede doğal halde bulunur. Elma belki de Orta Asya'dan -Almaatı'dan sonra dünyada ilk bu bölgede hayat bulur. Zira Amasya merkeze bağlı Yavru köyü arazisinde gerçekleştirilen kazılarda Bin Sekiz Yüz yıllık elma ağacı, elma tasviri ve değişik desenli, süslü, bezeli mozaik kalıplar ortaya çıkarıldı.

Oba köyü Seksen Sene kadar evvel öyle sanıyorum ki yakın köyler dahil elma, armut ve diğer meyve çeşitlerinin yetiştirilmesi konusunda devlet tarafından desteklendi. Buna servi kavak ağacı da dahil edildi. Kavak ağacı uzunca seneler inşaat işlerinde kereste olarak kullanıldı. Söğüt ağacının yöreye özgü olduğunu sanıyorum. Sele sepet örenlere hammadde oldu. Her çeşit meyvenin bağların yerini almasına hayret ettiğimi belirttiğim bir muhabbette yetkin olduğundan şüphe etmediğim bir şahıs konuyu iki üç cümle ile özetledi ve fakat tafsilat vermedi.

Doksan sene ömür süren babaanneme köye yakın ve koyun ağılının da içinde konumlandığı bahçe hakkında sorduğumda; " bizim orada eskiden bağımız vardı, üzüm, incir ve nar bostanıydı orası" dediğini gün gibi anımsıyorum. Devrin değiştiğini, bağın bozulduğunu, yerine elma, armut, erik, kiraz, kavak ve vişne gibi ağaç  türlerinin dikildiğini söylemişti. Gerçekten o bahçenin bir tarafında değirmen, bir tarafında koyun hayadı olduğunu biliyorum. Köşelerde, uygun yerlerde de meyve ağaçları vardı. Bir köşede armut türü aşılı dallı budaklı uzun bir çördük ağacı, sınırlarda kiraz, vişne, erik, armut ve ceviz ağaçları bulunuyordu. Ayrıca bahçenin kıyılarıysa kavak ağaçlarıyla çevrilmişti. Komşu bahçeler de birebir olmasa da fazlasıyla noksanıyla aynıydı. Sanıyorum ki ülkemizde tapu nizamnamesinden önce halkın tarla bağ bahçe üzerinde istediğini yapma ekme dikme hürriyeti yoktu.

Canik Dağları bölgesinde Türk, Rum veya Ermeni tebaa tarafından topluca veya bazı alanlara ikişer üçer adet dikilmiş İki Yüz -belki üç yüz yaşlarında olduğunu sandığım meyve ağaçlarının varlığını biliyorum. (1970'den 1985'e kadar bu ağaçları takip de ettim. Halen de aklıma geldikçe soruyorum. Yaz başında Karamuk köyünden bir kişiden bilgi de aldım meyve ağaçlarının son durumları hakkında.)

Uzun yıllar Sonusa -Taşabad ve Herek nahiyelerinde tütün, barama, pamuk ve pirinç üretimi -özellikle tütün ve koza köylünün alın terine karşılık gelecek gelir artışını hayal ettirdi. Malum olduğu üzere tütün -duhan 1649'da Şeyhülislam Bahai Efendi'nin fetvası sonucu serbestçe üretilmeye başlanmıştı. Gelir getirdiği için Oba köyünde de tütün, barama ve pamuk üretimine önem verildi. 20'nci asrın başından itibaren gelenek modernle karıştı ve hane sahipleri dünü dünde bırakarak yenilikten faydalanmak istedi. Ancak bu faydalanma arzusu asla umuma sirayet etmedi, gelişmedi, genişlemedi.

1820'den 2020'ye geçim şartlarında gelişmeler ve değişmeler oldu. Köylere traktör girdi. Şeker pancarı ekildi. İnşaat sektörü kendini göstermeye başladı. Eskiden beri var olan ve fakirliğe çare olamayan ortakçılık neredeyse unutuldu. Çobanlık, hayvancılık, ziraat, tarım ve köylülük son yüz yılda Oba köyünün bu sefer Avrupa'ya ve İstanbul'a göçüne engel olamadı. Ucundan kıyısından gelip toplumun içine giren makineleşme ve sanayileşme toplum gerçeklerine dokundu. Şehirler insanlara umut kapısı olmuştu. İş lazımdı köylüye.

Oba köyünde kuru pamuk üretildi.

Mahlep üretimi bölgenin önemli gelir kaynağıydı.

Yabani zeytin yörede doğal bir şekilde yetişiyor. Fakat geçim unsuru olarak ne derece fayda sağlıyor?

Mısır son üç yüz senedir geçim kaynağı olarak bölgede kayda değer bir gelişim gösterdi.

Mısır deyince aklıma geldi.

Su altında -sulama yapılan arazide Mısır ile Şeker Pancarı sal sal ekiliyordu. Bir sala mısır ekiliyorsa diğer sala şeker pancarı -kocabaş ekiliyordu. Faravga olarak da bilinen arazinin bir tarafı ekilmiyor, nadasa bırakılıyordu. Yani sulanmayan kırsal arazinin bir adı da faravgadır. Dinlendiriliyordu toprak. Güneşten rüzgardan yağmurdan faydalanması için gücü yeten tarlasını herk ediyordu. Burada "sal" kelimesi "taraf" ve "yön" anlamına geliyor. Tarım alanları "Buğday salı" ve "Mısır salı" şeklinde isimlendiriliyor ve böylece birbirinden ayrılıyordu.

“Sal!"

Bu kelime can yakıcı da bir kelime!

Cenazeyi mezara götürmek üzere üstüne konulan tahtadan yapılmış dört kollu binite “Sal” denir.

Gençliğimde yani 1990 yılına kadar falan bu biniti -salı Sarı Osman'ın samanlığının dış duvarına asarlardı. Cenaze olunca oradan alırlar, cenazeyi kefenleyip sala sararlar ve cenaze namazına hazır vaziyette teneşire koyarlardı.

Sarı Osman dedemin ağasının oğludur.  Lakabını bilerek yazdım. 2014 yılında vefat etti. Bir adı da "Hususi" olmalı ki traktörünün römork kapağında öyle yazıyordu. 

Oba Köyü’nün iki yüz senelik geçmişinde  kültürüne eklediği bir halk oyunu var:

Adına "Sim Sim" diyorlar.

Bu halk oyunu bütün Sonusa ve Amasya civarında oynanıyor. Erbaa çevresinde de oynandığını sanıyorum. Bazen Erbaa'dan düğün dernek merasimi için mehter takımı gelirdi. Zaten Sonusa kazasına bağlıydı bölgede bütün köyler Yüz Yetmiş sene önce. 1850 yılından itibaren önemli gelişmeler ve değişmeler gerçekleşti. Sonusa tarihteki vasfını kaybetti.

Sim Sim oynamak bir maharet istiyor da çalmak da başka bir ustalık gerektiriyor. Önceden Şükrü usta çalmış Oba köyünde birçok düğünü. Sonra Sepetli'den Tok Kaya ve Durucasu köyünden Süleyman ustaları ben de tanıdım.

Bu halk oyununu yani Sim Sim'i Oba Köyü sakinlerinin Sivas’tan, Haymana’dan, Of'tan, Erzurum'dan, Çarşamba’dan, Tercan’dan, Ladik'ten veya Eğin’den getirdiklerine pek aklım ermiyor. Mutlaka burada yani Taşova’da daha evvel yerleşmiş ve iskan olmuş köylerin geleneklerinde vardı. Düğünlerde ve eğlencelerde yöre halkının en gözde halk oyunu olduğu şüphe götürmez.

Ayrıca bir de Üç ayak adında bir halay tutulurdu.

Müziği gaydesi kaybolmamıştır umarım.

Bu yıllarda Yeşilırmak ve Destek Çayı'nın taşıdığı suyun azaldığına ve yaz aylarında Deliçay'ın tamamen kuruduğuna şahit oldum. Hatta "karasu" diye bildiğimiz pınarlar dahi kaybolmuştu.

Deliçay'ın yatağının evsel atıklar ve inşaat atıklarıyla doldurulduğu hakikati inkar edilemez. Yani manzara oldukça kötü ve teşbihte hata olmazsa necis bir ortam arz ediyor.

Oysa kırk sene önce Destek Çayı'nın suyu tertemizdi. Kıyısındaki kenarındaki "karasu" pınarları billur gibiydi.

Yüzükoyun yatarak su içerdik...

Sanki o günler dünlerde kalmış gibi...

Şeker Pancarı'ndan bahsettim.

Bölgede Şeker pancarı -Kacabaş üretimi bir hayli artmış durumdaydı.

Taşova’da Pancar Dairesi ve Silo alanı vardı.

Tütün, Taşova köylerinin hepsinde üretiliyordu ve en önde gelen geçim -yaşam pınarıydı. Sabah ezanıyla beraber kırıma başlanır, adına Heğ denilen sepetlere doldurulur, eve getirilir, dizim -dizin yapılır ve hevenklerde -salaçlarda  kurumaya bırakılırdı. Bir hanenin geçimi yaşamı tütüne bağlıydı. Tonga yapılarak daireye teslim ediirdi.

Şeker pancarı ve Tütün artık geçim kaynağı olmaktan çıkmış olsa da bereket versin ki bamya henüz ağırlığını koruyor.

Oba köyü Bamya üretiminde verimli topraklara sahiptir. Bugün bazı hanelerde geçim kaynağı hâlâ bamyadır.

Devletin, Şeker Pancarı tesliminde ödediği nakitten öte köylü şekerinden ve küspesinden fayda sağlıyordu. Tarlada kuruttuğu yaprağını hayvanlarına yem olarak kış aylarına saklıyordu.

Tütün üretiminde Oba köyü son yıllarda geri kalmıştı. Ama bölge için tütün vazgeçilmezdi.

Kavak ağacına dair yazdım. Sanayi sektöründe, inşaat sektöründe birinci sınıf değilse bile yine de ihtiyaca cevap verir nitelikte olduğunu ifade etmek lazım. Çünkü köylünün tahta taraba ihtiyacına birebir. Daima elinin altında. Bir özelliği köylü tarlasında bahçesinde kendisi yetiştiriyor.

Tabii yetişen kuşburnu, kızılcık, acuk, kestane, ıhlamur, çördük ve yabani fındık gibi meyveler yeri geldiğinde yaşam ve geçim derdine derman olacak niteliktedir.

Anmadan olmaz...

Haşhaş, kavun, karpuz, ay çiçeği geçim ve yaşam kaynağı olarak bölgeye can veriyor.

Enver Seyhan

04 Ağustos 2019

Yeniden düzenleme: 04 Ağustos 2022

YORUMLAR
DİĞER YAZILARI Unsur Aha Bu Börk… “ELA GÖZLÜM BEN BU ELDEN GİDERSEM” Şimdilik bu kadar yeter.. TANIMADIĞIM İNSANLAR ASIRLIK HATIRALAR HATIRALAR Hayali cihan değer!.. SELE SEPET TOP KANDİL KUH-İ KARAKUŞ TAZE EKMEK Bayat Ekmek Sana Kızıyorum Öğretmenim! İKİ YÜZ SENE ÖNCE YEMİŞEN BÜKÜ KÖYÜ (ENVER SEYHAN) Enver Seyhan – Kadıköy Gücük ayı 1439 ( Enver Seyhan ) KIŞLAK KORAMU Karye-i Koramu HATIRALAR GELİP DİKİLİYOR BAŞIMA (Enver Seyhan) SONUSA (ENVER SEYHAN) PLAN PROĞRAM ARKA PLÂN (Dünya görüldüğü gibi değil asla!) Köy Minibüsü Bu Vatan Kimin? (Enver Seyhan) HASBİHAL (ENVER SEYHAN) KONUŞALIM MI ( ENVER SEYHAN) ANTİK ERBAA’DA BAKIR İSTİHSALİ (Sonusa Yöresinde İlk Tunç Devri) Yedi bin yıl önce Sonusa – Erbaa yöresinde insan yaşamı vardı…( ENVER SEYHAN ) OLUKLU MUKAVVA ADI MACERA, NAMI DOLAR MANİ Manici (Enver Seyhan) NASIL ANLATILIR (ENVER SEYHAN) RADYO (Enver Seyhan) SOKU TAŞI (ENVER SEYHAN) HER CANIN HİKAYESİ BAŞKA.. Enver Seyhan ŞAKA GİBİ HEMİ… (Enver Seyhan) PARA : VAY SOYKA! (ENVER SEYHAN) RECEP AĞA İLE SOHBET (Enver Seyhan) DERDİ Kİ: Cahil Cesur Olur! (Enver Seyhan) TAŞOVA KÖYLERİNDE YER ADLARI PONTUS MESELESİNE DAİR (ENVER SEYHAN) ÖMÜR KISA (Enver Seyhan) “Eşşek ağmasa taş gurbete gitmez.” (Enver Seyhan) TAŞOVA, NAHİYE ve KASABALAR ile KÖYLERİN TARİHÇESİ (Enver Seyhan) TELAŞ TALAŞ (Enver Seyhan) GARİP BİR YAZI (Enver Seyhan) DAR AYAKKABI (Enver Seyhan) SEPETLİ KÖYÜ 1574 (Enver Seyhan) DÜNYA DÖNÜYOR Olan insanlığa oluyor (Enver Seyhan) DESTEK ÇAYI VADİSİ (ENVER SEYHAN) BİR ZAMAN SİZİN KÖY HAYAT BİR HİKAYEDİR GÜRSU KÖYÜ ve KIYMETLİ HATIRALAR TAŞABAD 1840 AMASYA DEDİM DE ATABEY SÜLALESİ SEPETLÜ ÇİFTLİĞİ - HADDADİ ÇİFTLİĞİ - SÜLEYMAN AĞA ANILARLA ADIM ADIM Oba Köyü GEÇMİŞE DAİR YENİDEN YERKOZLU KÖYÜ YEŞİLYURT (Sepetlioba) KÖYÜNDE ÖĞRETMENLİK YAPAN ŞAHISLAR MEMLEKETTE KARA ÇORBA YİYEMEDİM Enver Seyhan SAKIN APRUL'UN 5'İNDEN İnsanlar ve Bayramlar “Yol özgürlüktür!” HATIRA DEFTERİ TÜRKLERE DAİR Enver Seyhan 20 Ekim 1935 Genel Nüfus Sayımı ve Amasya AMASYA GÜNLERİ'nden İlk Gün İzlenimlerim "Ustada Kalırsa Bu Öksüz Yapı" Sayım -Tahrir Defterlerine Göre Bölgemizde Nahiyeler ve Köyler Her Hikaye Biraz Yarımdır Umarım bu hikaye yarım kalmaz ZİĞDİ – KARAYAKA NAHİYESİ KÖYLER VE HANE SAYILARI Sene: 1838 ve 1840 GEÇMİŞTEN, GELECEĞE ERBAA ve TAŞOVA.. Enver Seyhan KARYE-İ SEYYİDLÜ TAŞÂBAD Nahiyesi Nüfus Defteri Kayıtları: GELENEKLER ve KÖYLER AKILDA KALANLAR VE YAŞAM HİKAYELERİNDEN KESİTLER YEŞİL DOMATES: KAVATA 1838 Yılı TAŞÂBAD Nahiyesi Nüfus Defteri Kayıtları Mehmet Akif'in Annesi TAŞOVA TARİHİ Enver Seyhan TOKAT'TAN GİTMEK Mİ GEREK? Taş Medeniyettir! AMASYA’DA “BİR İNCİ”: 63 KÖYÜ İLE TAŞOVA Boraboy Gölü Normal Bir Göl Değildir... AMASYA’NIN “ALPASLAN” İLÇESİ BİLEYİ TAŞI TAŞOVA İLE İLGİLİ NOTLARIMDAN BAKİYE -HÜLASA- Kıtlık Kapıyı Çalmadan… BOŞLUĞA BAKAN PENCERELER... BALDIRAN YENİ BİR “TABİAT PARKI”MIZ OLABİLİR… SONİSA KAZASI TARİHİ-3
Reklamı Geç
Advert