Taşova Net | Taşova Gazetesi - Son Dakika - Taşova Haberleri -
HV
28 MART Perşembe 21:29

EĞİTİM, SANAT ve MEDENİYET ÇIKMAZI

Gültekin ERDAL
Gültekin ERDAL
Giriş Tarihi : 26-07-2022 01:01

Eğitim bilimcileri eğitimin tanımını yaparken istendik değişimden bahsederler. 

Eğitimin yüzlerce tanımı arasında birleştikleri tek noktadır bu.

Çünkü eğitimin;

“Bireyin toplum içindeki yerinin belirlenmesinde” önemli bir yeri vardır.

Bu hiyerarşik yerde olup olmamak, bireyin isteyip istememesiyle ilgilidir. 

Ancak günümüz politik yaşantısı, bu istendik olayı bireyde kalmasından oldukça rahatsız görünmektedir.

Mesela Prof. Dr. Bülent Arıkan’ın o skandal sözlerini henüz unutmadık. 

Ne demişti?

“Ben daha çok cahil ve okumamış tahsilsiz kesime güveniyorum bu ülkede”.

Hatta bir adım daha ileri giderek ülkeyi ayakta tutacak olanlardır demekten geri kalmamıştır.

İşin en acı tarafı ise, Arıkan’ın unvanından ziyade bir üniversitenin rektör yardımcısı olmasıydı.

Olmasıydı, çünkü bu sözler görevden alınmasına neden oldu.

Peki ne oldu?

YÖK denetleme kurul üyelerinden biri oldu.

Şaşıracak bir şey yok aslında.

Bu yöntemin yükselme kriteri olduğunu, daha alt makam uyanıklarınca zaten biliniyordu.  

Atatürk’e, annesine veya kurtuluş savaşı mücadelesine hatta Montros Ateşkes antlaşmasına ve Lozan’a hakaret edenler, küçümseyenler, hep terfi etmedi mi?

Diyanet işleri başkanı, Atatürk’e lanet okumadı mı?

Aynı başkan, Fesli Mısırlıoğlu’nu ziyaret etmedi mi?

Etti!

Neden?

Atatürk’e hakaret ediyor diye?

Tüm bunların altında eğitim kalitesi yatmaktadır.

Aslına bakarsanız 4+4+4 eğitim sistemi, bu durumun çok iyi açıklamasıdır.

Bu konuda yazacak çok şey var elbet, ama bu birkaç örnek bile her şeyi açıklamaya yeterlidir.

Şanat eğitimi almış, sanat ve tasarım eğitimi veren ve bu alanda beş kitap yazmış biri olarak soruyorum.

Eğitim bu durumdayken, sanat ve sanat eğitiminden bahsedilir bilir mi?

Elbette hayır.

Ancak sanat eğitiminin önündeki engel sadece eğitim sistemi de değil.

Birçok veli, “çocuğum sanatçı mı olacak?” yargısıyla, öğrencinin önemli olarak nitelendirdiği derslerden alı konacağını düşünür.

Günümüzde öğrencinin dikkatini dağıtacak birçok teknolojik yenilikler varken, bir de sanat dersleri ile zaman kaybedilmesi endişesi yaşıyor.

Ancak bu endişenin bilimsel olarak yersiz olduğu kanıtlanmış olsa da veli, öğrencinin resim veya sanatsal etkinlik yaparken geçirdiği zamanın endişesini yaşayabilmektedir. Öylesine bir endişedir ki bu ortaokul ve liselerde resim, müzik ve beden eğitimi derslerinin eksikliklerinden hatta tamamen kaldırıldığından bile habersizdir. 

Oysaki resim yapan çocuğun ortaya koyduğu şey, onun duygu ve düşünce hayatıyla ilgili resimlerdir.

Ortak anlatım aracı olan dil ile kendini anlatamayan çocuk, sanat dili ile kendini anlatabilir ve konuşarak ifade edemediklerini resim yoluyla anlatabiliyor.

Çarpık eğitim sisteminin, sanatı, velinin korkusu haline gelmesine neden olduğu açıktır.

Oysaki sanat ve tasarım günlük yaşantımızın her alanında yer almaktadır.

Zaten sanat ihtiyaçtan ortaya çıkmıştır.

Çünkü Neandertal insanın çene yapısı henüz konuşmaya elverişli değilken, çizdikleri resimler ile iletişim kurdular.

Bugün Altamira mağaralarındaki resimler okunduğunda, Neandertal insanın av partileri, eğlenceleri, ayinleri ve hatta hastalıkları hakkında bilgiler edinilebilmektedir.

Anlaşıldığı gibi resim yapmak ya da sanat etkinliklerinde bulunmak insan hayatında hep önemli olmuştur.

Bugün göstermekten gurur duyduğumuz son model araba ve elektronik araçlarımız tasarlayanlar siyasetçiler mi?

Ama bu çarpıkların tek sorumlusu onlardır.

Elbetteki görgüsüz, bilgisiz, kitap okumamış siyasetçileri kastediyorum. Televizyona röportaj verirken bile, arkasında kitaplık veya önünde bir kitap bulunduramayanlardan bahsediyorum.

Çünkü onların evlerinde kitaplık yoktur ve besin kaynakları kitaplar değildir.

Çünkü onların da tek geçim kaynağı, ne yazık ki çarpık eğitimin ürünü olan düşünmeyen, okumayan, araştırmayan, sorgulamayan kitlelerdir.

Aysun Kayacı’nın o sözleri tam da bu kitlenin varlığını deşifre etmiştir aslında.

Okumayan, sanat yapmayan, sanattan anlamayan, sanatçıyı hor gören zihniyeti.

Oysaki psikologlar ve eğitim bilimcileri,

Resim yapmanın veya sanatsal etkinliklerde bulunmanın, çocuğun zamanını harcaması değil, ruhsal çözümlemesi olduğunu belirtirler.

Biliniyor ki sağlıklı bir toplumda sanat ve etkinlikleri mutlaka vardır.

Sağlıklı toplumun yaşam alanında ve bölgesinde sanat kendini mutlaka gösterir. Parklarda, bahçelerde heykeller, çiçekler, müzeler, taplolar mutlaka vardır.

Çünkü bunlar modern yaşamın göstergeleridir.

Medeniyetin ölçütleridir.

Eski valilerden Ulvi Saran’ın şu sözlerini anlayabiliyorsanız, mutlu olmalısınız.

Ne demişti?

“Bir ülkenin gelişmişlik seviyesi, kaldırımlarının yoldan yüksekliğiyle ters orantılıdır”.

Çünkü bu sözleri anlayabilenler, her türlü çarpıklığı görebilecek seviye ve bilgidedir.

Bu sözleri anlayabilenler, Aysun Kayacı’nın da ne demek istediğini anlayabilirler.

Eleştirinin yapıcı olması gerektiğini, yapıcı eleştirinin ise karşı taraf için önemli bir fırsat olduğunu görebilirler.

Eleştirmenin bir silah olmadığını, kendisine ayna tutan toplumsal ses olduğunu görebilirler.

İşte tüm bunlar kişisel algı denilen psikolojik davranışlardır.

Algı ise, aile terbiyesi, yetiştiği çevre, arkadaşları, okulu, aldığı eğitimi, okuduğu kitapları gibi doneler ile oluşur.

Tanışmaktan onur duyduğum değerli eğitimci, merhum Prof.Dr. Oktay Sinanoğlu’nun çarpıcı bir tespitini aktarmak isterim.

Bir Japon çoğu, ilkokuldan 72 bin Japonca sözcük öğrenerek mezun olur.

Bir Alman, 70 bin.

Bir Amerikalı 70 bin.

Bir Türk çocuğu ise 3 bin kelime ile mezun olur.

Bu çarpıcı tespit her şeyi anlatır aslında.

Sinanoğlu’nun değidi gibi;

Bilimin dili Türkçedir.

Özümüze dönelim yeterlidir.

Siyasetçiler, eğitimciler ve anne-babalar, sanat eğitimi olmaksızın çocukları katı eğitim mantığı ile nasıl incitebileceklerinin, onların kişiliklerine, özsaygılarına ve özgüvenlerine nasıl zarar verebileceklerinin, yaratıcılıklarını nasıl yok edebileceklerinin farkında olmak zorundadırlar.

Onları mutsuz ve amaçsız bir geleceğe mahkûm etmemelidirler.

Bu şekilde önce özünden,

Sonra dilinden sonra dininden ve son olarak da ülkesinden kopup gideceklerdir.

Buna kimsenin hakkı yoktur.

Bunun vebali büyüktür.

 

YORUMLAR
Reklamı Geç
Advert