Taşova Net | Taşova Gazetesi - Son Dakika - Taşova Haberleri -
HV
19 MART Salı 09:21

80’li YILLARIN TAŞOVA’SINDA ÇOCUK OLMAK !!!

Necip Erkan
Necip Erkan
Giriş Tarihi : 24-11-2020 12:17

 

 


Merhabalar taşova.net okurları. 
Yeni yazım tamamen istek üzerine, 80’li yılları özleyen arkadaşların ricası üzerine yazılmış bir yazı oldu. Belki biraz uzun olacak ama o yılları 3-5 cümleye sığdırmak ta asla mümkün olmayacaktı, umarım sıkılmazsınız…
Gerçekten 80’li yılların çocukları öyle bir jenerasyondur ki, bütün olayların ortasında kalmış, hem eskiyi hem de yeniyi garip bir şekilde tatmıştır. Resmen Türkiye’nin geçiş dönemine şahitlik etmişizdir. Mesela 12 Eylül darbesi, tek kanaldan TRT 2’ye,ordan özel TV’lere geçişi, siyah önlükten mavi önlüğe geçişi bire bir yaşayan çocuklardık. Tabii 80’lerin başı deyince ilk aklıma gelen 12 Eylül Askeri darbesiydi. Taşova Atatürk İlkokulu bahçesindeki askeri araçlar, jandarmalar arasında teneffüse çıktığımızı daha dün gibi hatırlıyorum. Sokağa çıkmak yasak diye, kamyonetler ekmek getirmişti mahalleye, ben de ekmek almaya gidiyordum. O yıllarda siyasi olarak yorum yapacak yaşta olmasam da bazı şeyleri fark edecek yaştaydım. Çevremdeki herkesin darbe yapıldığında içten içe sevindiğini gayet iyi hatırlıyorum. Haaa darbeleri sevdikleri veya askeri yönetime bayıldıklarından mı? Yooo, hayır.. Geçerli ve basit bir sebebi vardı. Üniversitelerde, liselerde veya sokaklarda her gün birilerinin öldürüldüğü bir zamanda çocuklarının sağ salim okumasını, hatta hayatta kalmasını istiyorlardı. Olay bundan ibaretti. 
Evet, bizler 12 Eylül darbesinin yarattığı korku ve tedirginliği yaşayan anne babaların yetiştirdikleri çocuklardık. Bunun sıkıntısını da zamanla çektik zaten. Belki daha kendine güvenen, kendini daha iyi ifade edebilen bireyler olabilirdik. Fakat yaşadığımız çocukluğumuz herkes için, her zaman güzel kalacak.
Yine merhumTurgut Özal ile birlikte serbest piyasa ekonomisine geçmiş, dünyaya entegre olmaya çalışan, yeni yeni açılan bir ülkeydik. O zamanlar şimdiki gibi bolluk, çeşit, ithal mallar falan yoktu. Haliyle az şeyle yetinebilmenin verdiği bir mutluluk vardı. Çünkü daha fazlasını bilmediğimiz için, şimdiki nesil gibi sonsuz ihtiyaç ve tatminsizlik hissi yoktu. Oyuncağımız bile yoktu. Bu yüzden kendimiz yapıyorduk; çamurdan, taştan, telden, tahtadan… Örneğin bin bir emekle yaptığımız telli arabaları unutmak mümkün mü? O yıllarda mutluyduk, çünkü özgürdük. Özgürce bahçelerde, dağlarda, tepelerde gezebilmek ve kimsenin sana hesap sormaması güzeldi. Faravga’ya  gidip davun toplardık veya Tepe mahallesinin daha üst bölgelerinde çiğdem toplardık. Dağlarda, tepelerde doğayla iç içe vakit geçirmenin tadı bir başka güzeldi. Çocukluğumda hatırladığım renk hep yeşildi, şimdiki çocuklar ise gri renkten başka bir şey görmüyorlar. 
Sahi 80’li yıllar neydi? Belki bir kış günü akşamı, bacalardan havaya karışan ve  mahallenin üstüne çöken is kokusu demekti. Sıcak ekmeğe sana yağını sürüp, üstüne toz şeker serpip yemekti. Efsane davul fırından kek, pasta, börek yemekti. Peynir tenekeleri, metal kokan peynirler ve bunları lehimleyen adamlar demekti. Kovalı kömür sobasında ekmek kızartmak, mandalina-portakal kabuklarını soba üstünde tutmak ve banyo suyunu odun kazanında kaynatmaktı. Elektrikler kesildiğinde mum ışığına elle gölge yaparak duvarda kurt, deve, tavşan oluşturmaktı. Sigara izmaritini yakıp, ayakkabının kenarında eritip, kibrit kutusu üzerinde kibritin sürtülen yüzeyinin eriyen izmarite geçirilmesi gibi bir bilgi-beceriye sahip olmaktı. Sonra kibriti o ayakkabı kenarına sürterek yakardık. Anne-babaya “camiye kursa gidiyorum” diyerek evden çıkıp, tarlalarda top oynamak demekti. Fotoroman, Teksas, Tommiks , Zagor okumak demekti. Okulda defter köşelerine süs yapmak, çokomel kağıtlarını kitap arasına koyup düzleştirmek demekti. Sinemada Bruce Lee filmleri seyredip, daha sonra sokaklarda tuhaf hareketler yapmak demekti, mahallede gazoz kapağı oynamak, üzerinde futbolcu veya artist resimleri bulunan sakız veya şekerden çıkan kartlarla alt mı üst mü oynamak demekti.
Yine 80’ler, TRT’de meşhur “Pazar Konseri” başladığında “televizyon dinlensin” diye televizyonu kapatmak demekti. Televizyonu açmadan önce regülatörün düğmesine basmanız gerektiğini bilmek demekti. Adile Naşit’in ölümüne ağlamaktı. Harika müziği ile “İpek Yolu” belgeselini tüm çocuklar gibi seyretmekti. 
Dallas, Küçük Ev, Charlie’nin Melekleri, Uzay 1999,Komiser Colombo,6 Milyon Dolarlık Adam, Uçan Kaz, Şeker Kız Candy ve Heidi izlemekti. Eurovision Şarkı yarışmasında bize puan vermeyen bütün Avrupa ülkelerine sövüp saymaktı. 
Hatırlar mısınız? O yıllarda her akşam evimizde misafir olurdu veya biz misafirliğe giderdik. “Ev alma komşu al” vardı, anahtarlar kapı üstünde duruyordu. Kimsede “yatıya misafir gelecek” korkusu yoktu. Şimdi ise aynı apartmanda oturup ta yıllarca birbirini tanımayan komşular var. O dönemler şimdiki gibi yan komşusunu tanımayanlar değil, birbirini tanıyan mahalleliler vardı. 
Bayramlarımız unutulur mu hiç? O yıllarda Taşova’daki ekmek fırınlarına baklava tepsileri yığılırdı, bayram sabahına kadar fırınlar çalışırdı. Bayram ziyaretleri öyle şimdiki gibi 2-3 aileyle sınırlı değildi. Bayram zamanları toplanan harçlıklarla ilk gençlik yıllarında Amasya’ya sinemaya gidilirdi. Meşhur “Ar ve Dünya sinemalarını” bilmeyen arkadaş nerdeyse yoktu.. Yine  edinilen bayram harçlığı ile alınan “Feza” markalı mantar tabancalar vardı. Evet, özünde tehlikeli olmasına rağmen o dönem en moda oyuncakların başında gelirdi. Mantar tabancası olmadığında ise 5-6 cm’lik bir teli daire şekline getirip uçlarını iç tarafa geçirerek 5-6 metre ileriye atarak patlatırdık. Mandal teli işimizi görürdü. 
Yine yeni yılda uzakta yaşayan aile büyüklerine, akrabalara üzerinde kış manzarası olan simli kartpostal göndermek çok özel bir gelenekti. Yeni yıla girilirken şimdiki gibi marketler yoktu ve adım başı tavuk, piliç satılmadığından yılbaşı akşamında yenilen tavuğun, hindinin tadına doyulmazdı. Tabii en unutulmazı da, yılbaşı gecesi dansöz Nesrin Topkapı TV’de  saat tam 12’de çıkacak mı çıkmayacak mı, sorunsalıydı.
O yıllarda sapanla  -Taşovalı deyimiyle(kuşlastik)-  kuş avlamak ta çok yaygındı. Hele de kara tavuk…Benim ise asla beceremediğim bir şeydi, iyi ki de becerememişim zaten. Bu konuda Taşova’da 1 numara, nur içinde yatsın, rahmetli arkadaşımız Mustafa Özdemir’di. (Beyaz Mıstık)  Gerçekten çok usta bir avcıydı.
Ah o çocukluk yılları…Mesela komşunun kapısının önüne gelen yığılı odun, kömür veya talaşı  mahallenin diğer çocuklarıyla birlikte taşımak, karşılığında komşudan 3-5 lira harçlık almak, sonra o parayla mahalle bakkalı Kasım emmi’den bisküvi arası lokum alıp yemek.
Ayrıca o yıllarda bizler çok güzel öğrencilerdik be... Hayat o dönemlerde çok zor olsa da, şimdikiler gibi kayıp kuşak değildik. Hayatın bir anlamı vardı ve biz bunu bilmesek bile yine de hissederdik. Bizler öğrenci gibi öğrenciydik. Saygılıydık, edepliydik. Öğretmenlerle asla dalga geçilmez, hatta veli toplantıları aileye korkarak bildirilirdi. Kızlarla erkekler birbirine mesafeli durur, el şakası yapmaz, küfürlü konuşmaz, efendilik bozulmazdı. 80’li yıllarda Taşova Lisesi, müdürümüz Özgür Özdemir, kaliteli idari kadro ve yine çok iyi öğretmenlerle altın yıllarını yaşamıştı. Özellikle 1987 ve 1988 mezunları gerçekten gurur duyulacak başarılara imza atmışlardı.
Taşova Lisesi’nde bir de sınıflar arası futbol turnuvaları olurdu ki, Şampiyonlar ligi yanında halt etmişti(!) Herkes iddialı olurdu (Hele bir de maçı sınıfın kızları izliyorsa !!!)  Zaten Taşova’da futbol oynamasını bilmeyen gence çok nadir rastlanırdı. Çok iyi futbolcu arkadaşlarımız vardı. 
Her neyse yine bir gün okulda turnuva var. Ben Fen bölümündeyim ve Edebiyat bölümüyle sınıf maçı yapacağız. Karşı sınıfta da Tevfik Öztürk, Atilla Aydın ve ismini şu an hatırlayamadığım arkadaşlar var ve çoğu da Taşovaspor  genç takımında oynuyor. Maç başladı, biraz da karşı takımın bizi küçümsemesiyle ilk yarı 4-4 bitti. 4 golü de ben attım. Yalnız bir sorun var. Bizim sınıfın kızları son derste oldukları  için ilk yarıyı  izleyemediler. İkinci yarıya yetiştiler ama neye yarar !!! Benim 4 gol güme gitti anlayacağınız!!’ İkinci yarı başladığında karşı takım biraz vidaları sıkınca maçı da zaten 8-4 kaybetmiştik.
Yine Taşova’da 80’li yıllarda düzenlenen Kaymakamlık Kupası maçları unutulur mu? Mesela Alpaslan kasabasının şampiyon olduğu turnuva…Şampiyon olduktan sonra, ne uzun bir konvoy yapmışlardı, nasıl güzel kutlamışlardı o kupayı, hala unutmadım , gerçekten muhteşemdi.
Taşova’da 80’li yıllar demek; 1984’te Belediye başkanı olan merhum  Nihat Yıldırım’la birlikte ilçenin sınıf atlamasına ve hızla gelişmesine şahit olmak demekti. Kocayar’dan Yeşilırmak nehrine atlamaktı. İlk alkol deneyimini Özgür Ağış’ın marketinden alınan birayla yaşamaktı, Önce rahmetli Kani’den sonra Birol’dan kestane alıp yemekti. Önder Lokantası’nda  Nejdet abinin dönerini, rahmetli Ahmet Yazıcı’nın mekanında dondurmayı, Ümmet arkadaşımızın pastanesinde de kuru üzümlü keki yemekti. Seyyar satıcıdan horoz şekeri alıp yemekti. Osman Keleş abimizin veya Yarbay’ın mekanında bilardo oynamayı öğrenmek demekti, 1999 depreminde kaybettiğimiz merhum polis memuru abimiz Ali Öztürk’ün kaliteli esprilerine kahkahalar atmak demekti, Taşovaspor’un 1987-1988 Amasya şampiyonluğuna delice sevinmek demekti. 1984-85 sezonunda radyoda maç dinlerken, spiker  “mikrofonlarımız Kadıköy’de” dediğinde, İlyas Tüfekçi gol atıp ta F.Bahçe şampiyon olurken, tütün tarlasında sağanak yağmur altında sevinçten çılgınca sağa sola koşturmaktı. Beşiktaş’ın şampiyon olduğu yıllarda Sait Çavuş’un “Kara Kartal” haykırışlarına şahit olmaktı. Cevat Prekazi’nin Monaco’ya attığı frikik golü sonrasında G.Saray ile gururlanmaktı. Mahalle arkadaşımız Erdoğan’ın Trabzon şampiyon olduğunda yaşadığı büyük sevince ortak olmaktı.
O yılların Taşova’sında üzücü şeyler yaşamadık mı? Tabii ki yaşadık. Mesela yine bu 80’ler, sağ-sol çatışmasında gencecik yaşta hayatını kaybeden mahallemizin genci Hayati Günaydın’a yanmaktı. Güneydoğu’da Taşova’mızın ilk şehitlerinden biri olan sınıf arkadaşım Hacı Bekir’in abisi Özcan Özen’e kahrolmaktı. Yine mahallemizin çocuğu olan ve mahallemizdeki bir düğünde kalp rahatsızlığı ile 17 yaşında kaybettiğimiz Ferhat Alıcı kardeşimize üzülmekti, Yine çok genç yaşta  bisiklet kazasında vefat eden İsmet Koç arkadaşımıza yanmaktı, Hastane bahçesinde vahşi bir cinayete kurban giden Simitçi çocuk Kadir’e kahrolmaktı. Mahalledeki ablalarımızdan olan ve menenjit yüzünden kaybettiğimiz Asiye ablamız için yas tutmaktı. Taşovaspor’un futbolcularından yine genç yaşta kanserden vefat eden Kemal Tümer’e üzülmekti. Allah hepsinin mekanını cennet eylesin.
O yıllarda her şey ne kadar sade ve yalınmış değil mi? İnsanlar sadece yaşamak için yaşıyormuş. Şimdinin lükslerinin hiçbirine sahip değilken bile ne kadar rahatlarmış.
Bizim çocukluğumuz daha bir güzeldi be dostlar, her zaman da güzel kalacak. Sonuçta bizler tiyatroyu(Radyo Tiyatrosu), radyodan dinleyen bir nesildik, ötesi var mı?
Selam ve sevgilerimle…
Necip ERKAN

 

 

YORUMLAR
Reklamı Geç
Advert