Taşova Net | Taşova Gazetesi - Son Dakika - Taşova Haberleri -
HV
19 MART Salı 07:08

DİN VE İNSAN

Gültekin ERDAL
Gültekin ERDAL
Giriş Tarihi : 08-09-2020 09:25

DİN VE İNSAN

Son yirmi yılda Paleolitik din araştırmaları hem din tarihi araştırmacıları hem de arkeologlar için önem kazanmaya başladı. Şüphesiz bu ilgi, dünya ekonomik konjektüründe dinin, önemli rol almaya başlamasıyla bağlantılıdır. Çünkü din, insanı rahabilete eden rolünden çıkartılıp, iyi kazanç sağlayan sektör haline getirildi. Dinin sektör olarak kullanılmasıyla insan, sosyal yaşantısından uzaklaştırılarak, daha içe kapanık, daha saldırgan ve ne yazık ki daha az bilimsel yapıya büründürülmüştür. Kaçınılmaz bir şekilde bu yeni durum, toplumsal yaşantının, hoşgörünün, çalışma hayatının ve geleneklerin yabancılaşmasına neden olmuştur.

Yine son 20 yılda İslam dini tüm Müslüman ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de erozyona uğramıştır. Dünya dinlerine bakıldığında en fazla saldırganlaşan, kendi inananlarını öldürün İslam dini, bilimden ve akıl yolundan da iyice uzaklaştığı görülebilir. Oysaki Pervez Hoodbhoy imzalı İslam ve Bilim başlıklı kitapta, İslam dinin bir zamanlar bağnazlığa karşı nasıl akılcı bir din olduğu çok iyi anlatılmıştır. Aynı kitapta İslam uygarlığının bilim ve laiklikten nasıl uzaklaştığı da şöyle anlatılır: “İslam kültüründe bilimin gerileyişi, laik uğraşları giderek daha da güçleştiren, katı bir sofuluğun çıkışıyla aynı döneme rastlamaktadır (burada Emevi halifeleri kastediliyor). Özellikle ekonomik ve siyasal etkenleri dışlamamaktadır. Ama şurası kesin ki, hoşgörüsüzlük ve kör fanatiklikten oluşan koronun sesi yükseldikçe, laik bilimler giderek daha fazla gerilemiştir. En sonunda İslami entelektüelliğin Altın Çağı 14. Yüzyılda sona erdiği zaman, İslami bilimin yükselen yapısı molozlarına indirgenmiştir” (Hoodbhoy, 1992:146). Hoodbhoy, sorunun İslam diniyle ilgisi olmadığı çok net bir şekilde ortaya koymaktadır. Sorun, dine bakış açısının değişmesiyle ilgilidir.

Dinin Tarihi

Yuval Noah Hararri, 100 bin yıl önce Yer yüzünde an az altı farklı insan türünün aynı dönemde yaşadığını ileri sürmektedir. Günümüzde ise sadece Homo Sapiensler bulunmaktadır. Alttaki rekonstrüksiyonlar tartışmalı da olsa soldan sağa, Homo Rudolfenüs (Doğu Afrika Rudolf Gölü), Homo Erektus (Doğu Asya) ve Homo Neandertalensis (Avrupa ve Batı Asya) insanlarıdır.

Aynı dönemde yaşayan bu üç tür insanla birlikte, Endoneyazya’daki Java Adasında Solo Vadisi İnsanı anlamına gelen Homo Soloensis, Doğu Afrika’daki Rudolf Gölü İnsanı anlamına gelen Redolfenüsler ile aynı bölgede yaşan ve çalışkan insan anlamına gelen Homo Ergaster ile zeki insan anlamına gelen ve bizlerin atası olan Homo Sapiens’ler yaşamışlardır. Harrari, 2010 yılında Sibirya’daki Denisova mağarasında bulunan bir parmak fosilinden yola çıkılarak yeni bir insan türü olan Homo Denisova’nında aynı dönem insanı olabileceği ihtimali üzerinde durur. Ancak Evrimsel ve gelişimsel psikolojinin geleneği olarak bu türlerin de öncesi olmalıdır. İnsan özellikleri taşıyan ancak daha çok hayvansı yaşayan insan türü, Doğu Afrika’da “Güney Maymunu” anlamına gelen Australopithecus tan ilk evrimleşenlerdir. İnsansı anlamında Hominid olarak bilinmektedir. Mircea Eliade, ilk hominidlerin bile belirli bir ruhsal farkındalığa sahip olduğuna ikna olmuştur. Ona göre, Australopithecus'un dik duruşunun, salt primatların statüsünün ötesinde belirleyici bir adım olması, dinin ilk ışığı olarak tanımlanır.  Bu nedenle bu erken Hominid cinsinin, modern insanlardan önce inançlı olduğu söylenmektedir. Elbetteki bu tezin karşında duranlara göre, Australopithecus'un incelenen beyin yapılarına göre, kesinlikle ayin yapma veya herhangi bir dini fikir geliştirme yeteneğine sahip değildir. Farklı araştırmaların bir sonucu olarak, Homo Habilis dahil ilk insanların meyve, sebze ve leşle beslendiği ve avlanamadığı kanıt olarak sunulur. Mircea Eliade göre din, avcı insanlarla başlamıştır. Ancak Eliade, ilk insansıların bile, şu ya da bu şekilde yakın zamandaki avcı-toplayıcı toplulukların dinine benzeyen bir tür dine sahip olduğuna kesinlikle inanmıştır.

Tarih öncesi din için yaygın olarak kabul edilen başlangıç, yaklaşık 6 milyon yıl öncesi Hominid çağıdır. Ancak bu dinin günümüzdeki gibi bir yaratıcıya değil, yaratılmış nimetlere şükran veya korku tapınmasından ibarettir. Konu korku olunca, Server Tanilli’yi hatırlamamak olmaz. Tanilli, insanın çaresiz kaldığı birçok hayvan için doğa üstü yakıştırmalar yaptığını belirterek, Totenizmin doğduğunu anlatır. Ayrıca sadece hayvanları değil, otları, ağaçları da totem, yani klanların ataları, koruyucuları olarak gördüklerini söyler. Totenizm, ilk din değildir. Tanilli’ye göre ilk din “canlılık” anlamına gelen Animizm’dir.  Animizm, maddi olmayan doğa üstü bir iktidar ve yetiye sahip güçlere, iyi ve kötü ruhlara, şeytanlara inanmaktır. Kökeni korkudur. Korku öyle bir güçtür ki, nedenini açıklamadıkları her şeye tapınmayı gerektirir. Ölüme bile. Çünkü insan, ölüme karşı boş inançlardan gelme bir korku duymuştur. Sonraları bu korku, yaşarken topluluğun sıradan üyelerinin kendilerinden korkmuş oldukları büyük savaşçılar, şefler gibi ölülerin kişiliği üzerine aktarıldı. Daha sonra ise, ölülerin ruhlarının oturdukları bir “öteki dünya düşüncesi” çıktı ortaya. Görülüyor ki ilk dinsel betimlemeler, insanın doğa karşısında duyduğu korkudan kaynaklanmaktadır. Ancak dinler, bu korkuları yenmek yerine, güncelleyerek günümüze kadar gelmesini sağlamıştır. Öyle ki günümüzde dinler, bilimin doğayı anlamasına engel olmakla kalmıyor insanı 6 milyon yıl önceki korkularını hatırlamasına neden oluyor. Tüm bunlar, günümüz din anlayışının önce sektörleştiği sonra siyasallaştığı anlamına gelebilir.

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de din, yaşantımızın ayrılmaz bir parçasıdır.  Ancak bu parçanın yaşantının önüne geçmesiyle yine büyük sorunlar yaşanmaya başlanmıştır. Bir Müslümanın, bir başka Müslümanın göğsünü bıçakla yararak ciğerini kesip çıkartması ve üzüm salkımı tutar gibi yemesi hala hafızalardadır. El Kaide, El Nusra, İŞİD, ÖSÖ gibi birçok örgütün İslam adına terör üretmesi, zülüm gören Müslüman mültecilerin Hiristiyan devletlere sığınması, İslam’ın laiklik ve bilimden uzaklaştığını gösterir.

Laik, demokratik ve bilimle aydınlaşmış İslam’ın gerçek yüzüyle yaşamak dileğiyle.

YORUMLAR
Reklamı Geç
Advert